8 Kasım 2010 Pazartesi

gırtlağımda bir harf büyüyor

Gırtlağımda bir harf büyüyor!

babaya ve oğula

öyle kolay değil yazmak ölüm hakkında. hele hele damarından kan, ruhundan can çekildiyse. önce bir acı çöreklenir yüreğe. sonra anlamaya çalışır insan. inanlar için kolaydır anlamak. aldığımız her nefes yaşamaya direnmektir aslında. ama her nefeste azalır ömür. kimin ne kadar nefesi kaldığını ise ancak tanrı bilir.

ağustos’un sonlarıdır. hayli sıcak. bünyede tatil havası. uyuşukluk. gece gelen telefonlardan 17 yaşımdan beri korkmuşumdur. bana sadece kimin öldüğünü tahmin etmek düşer gece yarısı telefonlarının o içimi yırtan sesini duyunca. ölüm haberleri hep gece gelmişti. çocuklar anlamaz büyükler neden ağlar ölüler arkasından. cenazenin en olmadık yerinde, sessizliğin ortasında, kendi dünyalarından gelen bir cümleyi söylerler. bir soruyu soraralar. cevap verip vermemek konusunda kararsız kalır insan.

dedem öldüğünde duymuştum ilk ölümün sıcak kokusunu. ömrümde ilk kez dedem öldüğünde girmişti azrail bizim eve. gece yanımızda duralamış. yöremizde gezinmiş. odanın kokusuna, duvarına, omzumuza, yüzümüze dokunmuş ve dedemin canını alıp gitmişti. karikatürlerden bellediğimiz, elinde tırpan siyah kapşonlu, yüzü gözükmeyen biri değildir azrail. azrail, insanların nefeslerini emen bir çekim gücüdür.

bu sefer ölüm haberi daha erken saatlerde gelmiştir. henüz uykuya çekilmemişken kuşlar. henüz bağlanmamışken çenesi kentin. sokaklar alkol ve meni kokmadan. bir kurşun gibi beynimizin etini parçalamıştır.

öldü! ilk anda anlamak zordur. nasıl? niye? durur dünya, dönmez olur. yola çıkılır. bir ölüyü gömmek için, karısının, çocuklarının yanında olmak için, ağıtlarına gözyaşı düşürmek için yola çıkılır. ağıtlar karşılar sizi, sonra gelmesi beklenenlerin gelmesi beklenir. zaman uzar da durur. ölü toprağı arzuladıkça çoğalır acı. sonra her gelenin gözyaşı bulaşır yanaklarınıza. sonra, mezar kazıcıları koyulur işe. metanetle, ölünün geçmişinden bahsederek, acıkarak, tütün tüketerek normal bir hayatın nefesini çekerek içlerine vururlar kazmayı toprağın bağrına. geçmiş zamanların kemikleri takılır küreklerine. ve hazırdır mezar… sadece eksik olan ölüdür.

omuzlarda gelir ölü.aceleyle gömülür. aman yüzü kıbleye gelsin. tahtalarını sağlam dayayın. kefenini çözdünüz mü? küreklerle toprak atılır. toz duman içinde ölü, bunca zaman taşıdığı bünyesini öğütecek çukurda bir başına kalır. başında imam. okur, okur, okur… ne okluduğunu kimse bilmez.

herkesin dudağında bir mırıltı. dualar tanrıya ulaşır. sense tanrı ile garip bir konuşma içindesindir. şiirler gelir aklına. dua edesin hiç yoktur. öylesine konuşursun. kızarsın kahredersin, inancını kaybedersin. sonra geride kalanların apansız ölme ihtimali gelir aklına, korkar, titrer tanrıya sığınırsın ister istemez. genç ölüm, hele hele babasından on gün sonra gelen ölüm… ne de ağır gelmiştir. bütün boşlukları doldurmak istersin içinde. oysa sen boşluklar karanlıklar içinde kalmışındır. içinden bir dikenli tel çekilir kanını damlatır gözlerinden.

aklına olur olmaz şiirler gelir. hem de çok önceleri sivas göğü dumana bulanırken senin için ölmüş olan o mendebur şairden.

gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.
kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış ne infilâk
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.

kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kâğıtlara durarak
mevlit ilanlarına durarak.
yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
—yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-
gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.

sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...
ne beklenebilir artık namlulardan.
harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.

yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.

beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
radyodan silâh sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.

umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan

partizan (ismet özel)

göklerden bir nefes gelsin, bir rüzgar essin, bir yağmur yağsın, bir ses, bir ses bozsun şu sessizliği. içinde kabaran yangın sönsün istersin. yel esmez, yağmur yağmaz, gök ağlamaz. ve yakar içinin bütün geçmişini yangın.
babacafer

25 Eylül 2010 Cumartesi

sokağın şimdiye dönen köşesinde durup geçmişe bakan kız'a

Öyle usulcacık yürüyorsun. Kirpikten süzülen bir damla gibi. Sokağın, şimdiye dönen köşesinde biraz duralıyorsun. Dönüp arkana bakıyorsun. Birazdan bir nehrin denize karıştığı gibi karışacaksın, seni sen eden, seni senden alan, seni yok eden kalabalığa.

Kendini kalabalıktan bir parça hissediyorsun. Kendini kalabalıkta güvende hissediyorsun. Ve sokağın şimdiye bakan köşesinden geçmişe bakıyorsun. Geride bıraktığın kendine, korkularına, cezalandırılmak için bıçakla kesilip perişan edilmiş saçına, babanın savurduğu tekmelere, küfürlere. Annenin morarmış gözlerle babana razı olmuş haline. Ses çıkaramayan, dilsiz haline. Annen her şeyi gözyaşları ile anlatmakta ustalaşmış. Hep usulca kaymış gözlerinden damlalar. Ve bunu bir terbiye olarak öğrenmiş annesinden. Ağlamayı, sessiz ağlamayı ahlakın belkemiği olarak kabul etmiş o da annesi gibi.

Ben seni seviyorum. Pat diye söylediğim gibi pat diye seviyorum. Kirpikten süzülen bir damla gibi karışırken kalabalığa öylece sevesim geliyor. İçimde bir kuş çırpınıyor. Kanatları kırık bir kuş. Birazdan gökyüzünü dumana bulayacaklar. Yakacaklar gökyüzünü ve bütün kuşlar yaban kalacak. Kanatlarını vura vura kafeslere, kıracaklar. Serçe seslerinin yankılandığı sol yanımı yakacaklar. Ah gözlerin gelecek o zaman aklıma. Ağlayamadığı zamanlarda ateş kırmızısına, duman isine, yangın kokusuna dönen gözlerin. Sahi gözlerin ne renk? Yoksa ela mı? Başa bela mı? Neden bir kadın en çok gözlerinden sevilir. Neden bir kadını hep gözleri ele verir?

Şimdi sen, sokağın şimdiye dönen köşesine dikilmişsin. Gerinde seni sizin eve götürecek arnavut taşlı yollar. Gecenin neonunda bir kadın teni gibi kızaran taş kaldırımlar. Ah çocukluğun, o ilk gençlik yılların, o adet sancılarına anlam katmaya çalıştığın günlerin kızıllığını taşıyan bu taş sokaklar şimdi seni yumuşacık kuşatmak istiyorlar. Bağırlarına çekip seni senden almak ve sana yeni bir sen vermek. Yaşadığın bütün kötü günlerin, pişmanlıkların yerine yeni kötü günler ve pişmanlıklar. Hangisini hatırlayacağını hep şaşıracağın ve hatırladığında kirpiğinden hep usulcacık damlalar dökeceğin yeni hatıralar.

Seni sevesim geliyor, acımayla karışık. Acımak da neticede sevgi kadar kuvvetli bir erdemdir. Ama babamdan öğrendiğim bir söz var: yüz verme yetime döner koyar götüne… seni acımadan sevesim var.

Hadi dileyelim yağmurlar yağsın. Ellerimi tut eve gidelim. Kalabalığa karışacaksan eğer. Bana karış. Kalabalığı olalım birbirimizin. Daha güvenli ve daha sakin. Yiyecekse seni tek bir kurt yesin her gün başka yerinden… hergün yeniden...

edepsizadam 27/09/2010 17:00-17:07