5 Mayıs 2012 Cumartesi
göremeyeceğin herşey (kendin) burada
1- içinizden biriyim ben.
2- kıçınızdaki kıl kadar yakınım size.
3- ruhunuzdaki sır kadar ağırım.
4- aynalardaki sırda da ben varım. kendinize bakarken bazen görürsünüz. varlığım sıkıntı olur kimi zaman size bazen de yokluğum.
5- hınzır gülüşünüzdeyim, dudağınızın kenarında öylece asılı dururum. sevgilinizi öperken, kocanızı aldatırken, teninizi okşarken görürüm sizi.
6- ticari taksilerde ve dolmuşlardayım. bazen bir gülümseme ile cevap veririp para uzatışınıza karşılığı. bazen keserim en barizinden.
7- alış-veriş merkezlerindeyim ben. satıcı ya da alıcı.
8- aklınızdayım. size sizi överim bazen şımartırım. size arkadaşınızı överim kimi zaman, arkadaşınızın kusurlarını serersiniz önüme.
9- düşünüzdeyim. kirli bir çarşafım çoğu zaman. kimi zaman memnun bir surat.
10- son surat uzaklaşırım ve aynı hızla yaklaşırım istediğiniz ya da istemediğiniz zamanlarda.
11- siz beni kontrol edemezsiniz. ben sizi kontrol ederim.
12- yalanlar söyleyecekseniz önce ben inanmalıyım. yeminler edecekseniz önce ben dinlemeliyim.
13- benimle baş başa kalmadan kendinizle baş başa kalamazsınız.
14- ağlarsanız gözyaşınız olurum. uçurtma salarsanız gökyüzünüz. içiniz daralırsa yağmurunuz. içiniz üşürse-kararırsa güneşiniz olurum.
15- imdat dilerseniz, en zor zamanınızda sırıtarak, espri yaparak ya da yaralayarak gelirim size. yaralarınızı yalarım çoğu zaman. kimi zaman tuz basarım yaralarınıza.
16- ben denizim. siz bir akarsu olup bana kavuşmak istersiniz.
17- ben rüzgârım, sallarım ağacınızdaki yaprakları.
18- baktığınız sevgilinin yüzündeyim, gördüğünüz babanızın alnındayım, okşadığınız çocuğunuzun başındayım.
19- “kırk satır mı; kırk katır mı?” derseniz, kendinizi kamçılamanızı öneririm. çünkü bana acı vermek kendinize acı vermekten daha çok kanatır yüreğinizi.
20- ben şiirim, hep hayalinizde, deniz kenarında ayın aymazlığında kulağınıza söylenme arzum.
21- hangi dilde konuşursanız konuşun kaçamazsınız benden.
22- siz var olmamı istediğiniz için buradayım. siz yok olmamı isterseniz yok olmam size bağlı değil.
23- parmak iziniz, benim parmak izimdir. cinayet mahalline hep benden sonra gelirsiniz ama suç üzerinize kalır.
24- maktul de benim, kaç bıçak sallarsanız sallayın sadece öldüğümü sanırsınız kanım ayakucunuza sızarken oysa ben içinizde bir sızıyım günahlarınızdan sizi koruyacak ve sizi sevaba yaklaştırmayacak.
25- vicdanınızda hesaplaşırsınız benimle ve bir kere aklanınca ben olursunuz.
26- ben istediğiniz ve nefret ettiğiniz, sevdiğiniz ama korktuğunuz, güvendiğiniz ama kıskandığınız kişiyim.
27- ezbere bilirim teninizin her kıvrımını ve çoğu zaman kıvrılıp uyurum yatağında uyuyan bir nehir gibi. siz göl olursunuz; usulca boğarım hüznümle.
28- siz göl olursunuz; ben dip sızıntısı… sızarım siz uykuya sızdığınız da başka mecralarda yol bulup… kanınız damlar ağzıma.
29- siz hep kirlisinizdir, bakir olan benim ve kirletemezsiniz hiçbir kırgınlığınızla beni.
30- hangi sözü söylerseniz gelir iki kaşımın arasını bulur. her sözcükte öldürüp her nefeste doğurursunuz beni sancı çekerek. ben helalinizim sizin içine haram katılmış. ben yalanınızım sizin en gerçekten daha sen, ben harfinizim, sesinizim…
31- suları uyutan da ben, ayı kudurtan da ben ve seni kendi içine gömüp senin içinde kök salan da benim. kendi köklerini kesmeden beni bulamazsın. beni bulduğunda ise ulaşacağın kişi kendinden başkası değil.
(edepsizadam)
herkesin içinde bir karanlık var!
yabancılaşıyoruz. büyütüyoruz kendi dünyamızı. başkalarını içimize almıyoruz. sevgilimiz başka bir dünyadan bakıyor içimize. pencerelerimiz örtülü. perdelerimiz aralıklı. hangi kuş meyletse ömrümüzün pervazına sığınmaya, camımıza çarpıyor. canı yanıyor. başka dünyaların kapıları dudaklarımız. sevgilimize aralıyoruz bazen. bir olamıyor ruhlarımız. gözlerimiz kapanınca herkes kendi dünyasının karanlığında kayboluyor. ah yol bulup çıkmak ne zor… göğümüzü bir duman kaplamış. uçurtma salamıyor çocukluğumuz ve çocuklarımız. her akşam o dışarı açılmak isteyen gözlerini dikip göz bebeklerimize bir ışık huzmesi bulmaya çalışıyorlar. yok… bulamıyorlar… onlar da kapatacak kendi kapılarını… arkadan kilitleyecekler… korkacaklar herkesten, büyüdükçe… her insan yabancı olacak onlara. sağlam duvarları olan aşılmaz kaleler yapacaklar. kendilerini saklayacaklar içine. bütün akınlardan korumak isteyen sağlam kaleler. ruhları kalelerinin içinde hapsolacak. kendi biçtikleri mahkûmiyeti yaşayacaklar kendi içlerinde. çünkü bir daha yenilmek istemeyecekler. yenilmekten o kadar korkacaklar ki her daim güçlü olmaya çalışacaklar; güçlü olmak onları yorup bitkin düşürene kadar. içlerini çürütecek kendi kalelerinin ışık sızdırmazlığı, izbeliği, sessizliği… kendi hayallerinde konuşacaklar kendileri ile. ses biçecekler hayallerine. karanlık saracak etraflarını. bitkin düştüklerinde, dışarıya karşı güçlü gözüktükleri zaman birinin dizin de omzunda ağlamayı, açılmayı, birine sarılmayı çok isteyecekler ama dış dünyadan kimseye güvenmedikleri için karanlıklarında kendi içlerine akıtacaklar gözyaşlarını…
güçlü görünmek istekleri artık en büyük zaaflarıdır. dışarı çıkmaya can atarlar da sağlam duvarları, burçları ve kapıları olan kaleleri onlara izin vermez. çünkü o kadar uzun zaman olmuştur ki kapıların açılmayışı, paslanmıştır kilit. anahtar kayıptır… ve kendileri dış dünyadaki ışığa bakamayacak kadar alışmıştır içerinin karanlığına.
artık kendilerini avutacak yalanlar bulmak zorundalar. yalnızlığı sevmek gibi mesela. mesela toplumdan nefret etmek gibi. toplumun kötülük kaynağı olduğu gibi. dışarıya çıkmayı beceremeyenler genellikle kız çocuklarımızdır. çünkü gelişimleri esnasında kahrolası kamunun bazı ademleri onların fiziksel gelişini gözetlemiş ve temas etmiştir. tenlerini yakmıştır. yüreklerini yakmıştır. vicdanlarını yakmıştır. bu küçük beden ve zihinler yanarken aileleri, kahrolası durumun ortaya çıkması durumunda kendi şan ve şöhretlerinin zedeleneceğini düşünerek daha da gizlemiştir çocuklarının yaralarını. yara iltihap yapmış ama hiçbir el uzanıp da tımar etmemiştir… zamanla yüreklerinin yerinde kocaman bir yara taşımaya başlamışlar, güvenleri yok olmuş ve kilitlemişlerdir kendilerini kendi içlerine. dışarıdan baktığınızda züppe gibi görürsünüz. sözlerine gem vurulmayan, dünyayı önemsemeyen, zihinlerinde fitne taşıyan züppeler gibi durular. ama siz zaten hiçbir zaman onların içine bakmayı başaramadığınız için şimdi dışarıdan böyle görmeniz de çok doğaldır. o çocuklar sizin ve bizim eserimizdir. o çocukları okşamak için uzandığı zaman elleriniz hep parmak uçlarınızda şehvetle karışık bir karıncalanma hissettiniz. Şimdi ise tenlerine bakıp başka hayaller kurmaya meyleden de sizsiniz.
peki çocukların kendi kalelerinden dışarı çıkmasını nasıl sağlayacağız?
edepsizadam kimdir...
edepsizadam kimdir?
-yaşadığı şehirde doğmamıştır ama kendinden sonra göç edenlerin şehri yaşanmaz hale getirdiğine inanır. doğduğu topraklara dair (memleket) özlem içindedir. oysa aynı topraklarda doğduğu adamların hiç birisi ile geçinemez.
- sizin sokağınızda yaşar.
- her boktan az çok anlar.
- hiçbir işte uzun süre çalışamaz.
- hayatın anlamını kavramış gibi davranır
- kimseyi kolay kolay beğenmez.
- iş yapmaktansa akıl vermeyi tercih eder.
- okeye dördüncü, dolmuşun arka koltuğuna beşinci, halay başı ve yancıdır.
- her türlü dişiye sarkabilir.
- edepsizadam için güzel ya da çirkin kadın yoktur. kadın vardır.
- kadınlara karşı pozitif ayrımcılık yapar. renk, din, dil, tip ayrımı yapmaz. bulursa hakkından gelir; bulamazsa punduna getirmeye çalışır. punduna getiremezse çamur atar.
- tercihi olmasa da genellikle kraliçe elizabeth ile muhatap olur.
- pencerenizi açık bıraktığınızda, rönt yapar, affetmez.
- sıkışık ortamda yakalarsa, fort yapar, kaçırmaz.
- yılda bir ay, günahlarından temizlenmeye niyet eder, niyetine başta sadık kalıp oruca başlar. bir haftadan sonra gizliden gizliye götürür.
- kefil olmaz ama tanık olur.
- sadık olmaz ama sanık olur.
- sever, sevilmez.
- değer verdiği kişiler genellikle kendisine değer vermez.
- en olmadık adamlara saygı duyar. ( kumarcıya, pezevenge, dolandırıcıya…)
- aşk, onun için on dakikalık hızlı nefes alış-verişidir.
- her türlü tartışmayı izler. kahvedeki okeycilerin tartışmasını, televizyonda ki açık oturumları ve spor programlarını kaçırmaz. ofsayın ne olduğunu bilmekle öğünür de “herkes” sözcüğünü “herkez” yazmaktan yerinmez.
- anladığından değil “vay be” demek için belgesel kanallarına takılır.
- sanal alemde ona aşık olan kadınlar vardır.
- evlenmek için can atar ama kimse edepsizle evlenmek için yanaşmaz.
- ülkedeki her şeyi, kurtlar vadisi dizisini izlemekle öğrenebilir.
- geçmişiyle övünür ama geçmişinde bir bok mevcut değildir.
- yabancının her türlüsü kötüdür. kolay gaza gelir.
- top olmaktan korkar ama göt olmaktan korkmaz. her an göt olmaya müsaittir.
- hısıma akrabaya sözde değer verir; özde kim var kim yok herkesin kıçını pandikler.
- hocayla hoca, hacıyla hacı, oruspuya pezevenk olur. yeri geldiğinde en koyu müslüman, gavuru bulduğunda en büyük ırkçı kesilir. insan yakar, tekbir getirir, yılbaşında taksim’de ellemedik karı bırakmaz.
- hamudunu bulamazsa deveyi götürür.
-bacısını laf edenin gözünü oyar, ama başkasının bacısına her türlü lafı eder.
-tecavüz olayından kadınların onulmaz zevkler aldığını düşünür. sabi sübyanı taciz eder.
- iftiraya uğramaya müsaittir; iftira etmekten kaçınmaz.
- dayak yiyeceğini anlarsa uysallaşır, yetmezse yavşaklaşır, yetmezse götünü yiyim abi tribine girer.
- herkes hakkında konuşacak lafı vardır, ama kimsenin onun hakkında konuşacak lafı yoktur.
-alın yazısına, kadere inanır ve başına gelen her şeyi tanrıdan bilir.
- dinine, milletine bağlıdır. yurduna alçakları uğratmamak konusunda kararlıdır. ama alçaklığının farkında değildir.
-bir çuval kömüre oy, bir şişe biraya soy satar.
-ömür boyu askerliği ile övünür. kendini ancak askerden döndükten sonra değerli hissetmeye başlamıştır.
-“başkalarına hümanist, karısına karşı dayı”dır.
-oportünisttir.
- her şeyin basit bir açıklaması vardır zihninde, evrim teorisini bile harun yahya aracılığı ile çürütmüştür. zira ara formlar harun yahyan’ın kıçına kaçtığından dolayı ne harun yahya ne de bizim edepsiz adam bunları görebilmektedir.
- ko gitsin götüne…
(edepsizadam)
21 Nisan 2011 Perşembe
mahallenin kahpe karısı
mahallenin kahbe karısı!
güzel olup da dul olan ya da kız olup da babasız olan ya da babası olup da babası tarafından sahiplenilmeyen (!) kadın, kız tayfasına ( en azından ergen olmalı) içten içe bir özlem, bir yavşama isteği, bir dokunma arzusu duyarız. malumatınız olduğu gibi bu duyduklarımızdan/istediklerimizden dokunma olayını yapamayız. en azındna bize, bizizm gibi sokağın köşesini bekleyip de gelen geçen kadının kıçı üzerine edebiyat yapıp yaptığı edebiyatla evin sessiz anında banyoyu şenlendiren adamlara göre değildir böyle beceriler. bu tip hatunları genellikle mahallenin piçleri (!) götürür.
hayallerimiziz süsleyen bu tip kadınlar hayallerimiz ve kendimize güvenimiz bakımından en az şeyimizin büyüklüğü kadar önemlidir ama hayallerimiziz açığa vuramadığımızdan ancak bu tip kadınlara yaptığımız yakıştırmaları açığa vurarak daha bıçkın delikanlı, daha namuslu, daha mahalle çocuğu oluruz.
çünkü bizi,
aklımıza geleni söylersek ayıplarlar,
alçak gönüllü olursak defe koyarlar
namuslu olduğumuzu beyan etmezsek sevmezler,
namuslu olursak sikerler
dine inanırsak molla oluruz, konuşmazlar,
dine inanmazsak kafir niyetine doğrarlar,
bunalım anımızda bi yere çıksak, ya da es kaza, işimiz olduğu için yüksek bir yere çıksak, “atla, atla” tezahuratıyla intihara teşvik ederler,
intihar etsek inancımızı sorgularlar, namazımızı kılmazlar,
kadere karşı olduğumuzdan dem vurular…
biz buyuz.
iki yüzlüyüz.
alçağız.
namuslu görünürüz ama ilk fırsatta namussuzluğun dikalasını yaparız.
vatan severiz ama vatan satmaktan geri durmayız.
slogan atarız ama sorumluluktan kaçarız.
çalışkan görünümlü tembel,
mağdur görünümlü zalim,
mazlumun yanında ki kan emici,
iktidarın yanında yalaka,
güçlünün yanında yardakçı,
karımızın yanında iştahsız,
başka karıların karşısında doyumsuz,
kızımıza karşı yasakçı,
oğlumuza karşı pezevenk,
patrona karşı iki büklüm,
sgk’ya karşı şikayetçi,
devlete karşı boynumuz kıldan ince,
kahvedeki arkadaşalrın yanında kabadayı,
karanlıkta korkak,
sokak arasında tacizci,
biz kimiyiz….
biz edepsizler yok mu?
bizim karımızdan başka, mahalledeki bütün kadınları arzulayan ve onlar vermeyince, onların kahbe olduğuna dair imanımızı tazeleyen biz edepsizler.
e.a- edepsizadam
8 Kasım 2010 Pazartesi
gırtlağımda bir harf büyüyor
babaya ve oğula
öyle kolay değil yazmak ölüm hakkında. hele hele damarından kan, ruhundan can çekildiyse. önce bir acı çöreklenir yüreğe. sonra anlamaya çalışır insan. inanlar için kolaydır anlamak. aldığımız her nefes yaşamaya direnmektir aslında. ama her nefeste azalır ömür. kimin ne kadar nefesi kaldığını ise ancak tanrı bilir.
ağustos’un sonlarıdır. hayli sıcak. bünyede tatil havası. uyuşukluk. gece gelen telefonlardan 17 yaşımdan beri korkmuşumdur. bana sadece kimin öldüğünü tahmin etmek düşer gece yarısı telefonlarının o içimi yırtan sesini duyunca. ölüm haberleri hep gece gelmişti. çocuklar anlamaz büyükler neden ağlar ölüler arkasından. cenazenin en olmadık yerinde, sessizliğin ortasında, kendi dünyalarından gelen bir cümleyi söylerler. bir soruyu soraralar. cevap verip vermemek konusunda kararsız kalır insan.
dedem öldüğünde duymuştum ilk ölümün sıcak kokusunu. ömrümde ilk kez dedem öldüğünde girmişti azrail bizim eve. gece yanımızda duralamış. yöremizde gezinmiş. odanın kokusuna, duvarına, omzumuza, yüzümüze dokunmuş ve dedemin canını alıp gitmişti. karikatürlerden bellediğimiz, elinde tırpan siyah kapşonlu, yüzü gözükmeyen biri değildir azrail. azrail, insanların nefeslerini emen bir çekim gücüdür.
bu sefer ölüm haberi daha erken saatlerde gelmiştir. henüz uykuya çekilmemişken kuşlar. henüz bağlanmamışken çenesi kentin. sokaklar alkol ve meni kokmadan. bir kurşun gibi beynimizin etini parçalamıştır.
öldü! ilk anda anlamak zordur. nasıl? niye? durur dünya, dönmez olur. yola çıkılır. bir ölüyü gömmek için, karısının, çocuklarının yanında olmak için, ağıtlarına gözyaşı düşürmek için yola çıkılır. ağıtlar karşılar sizi, sonra gelmesi beklenenlerin gelmesi beklenir. zaman uzar da durur. ölü toprağı arzuladıkça çoğalır acı. sonra her gelenin gözyaşı bulaşır yanaklarınıza. sonra, mezar kazıcıları koyulur işe. metanetle, ölünün geçmişinden bahsederek, acıkarak, tütün tüketerek normal bir hayatın nefesini çekerek içlerine vururlar kazmayı toprağın bağrına. geçmiş zamanların kemikleri takılır küreklerine. ve hazırdır mezar… sadece eksik olan ölüdür.
omuzlarda gelir ölü.aceleyle gömülür. aman yüzü kıbleye gelsin. tahtalarını sağlam dayayın. kefenini çözdünüz mü? küreklerle toprak atılır. toz duman içinde ölü, bunca zaman taşıdığı bünyesini öğütecek çukurda bir başına kalır. başında imam. okur, okur, okur… ne okluduğunu kimse bilmez.
herkesin dudağında bir mırıltı. dualar tanrıya ulaşır. sense tanrı ile garip bir konuşma içindesindir. şiirler gelir aklına. dua edesin hiç yoktur. öylesine konuşursun. kızarsın kahredersin, inancını kaybedersin. sonra geride kalanların apansız ölme ihtimali gelir aklına, korkar, titrer tanrıya sığınırsın ister istemez. genç ölüm, hele hele babasından on gün sonra gelen ölüm… ne de ağır gelmiştir. bütün boşlukları doldurmak istersin içinde. oysa sen boşluklar karanlıklar içinde kalmışındır. içinden bir dikenli tel çekilir kanını damlatır gözlerinden.
aklına olur olmaz şiirler gelir. hem de çok önceleri sivas göğü dumana bulanırken senin için ölmüş olan o mendebur şairden.
gırtlağımda bir harf büyüyor
buna dayanacağım
dişlerim kamaşıyor yıldızlardan
buna da.
kabaran bir çarpıntı oluyor şehir.
artık yırtarak açtığımız zarflarda
ne kargış ne infilâk
yalnız
koynunda çaresiz, çıplak
isyan işaretleri taşıyan
bir ergen cesedi.
kabaran bir çarpıntı oluyor şehir
uyusam bir dağın benimle uyuduğu oluyor
her gün şehrin ortasında bir ergen ölüyor
domuzuna ölüyor bankerlere durarak
noterden onaylı kâğıtlara durarak
mevlit ilanlarına durarak.
yunmadık saçlarını okşuyoruz, yavrum.
—yüzümüzde dolanan bir mayhoş kahkaha-
gırtlağımda bir harf büyüyor
gırtlağımızda.
sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan
savrulan savrulan ergen ölüleri gibi.
şehrin şarkısını söylediğim zaman
yağız bir kımıltı oluyor sesim
korku ve cüzam
korku ve cüzam
korku...
ne beklenebilir artık namlulardan.
harçlar karılmış duruyordur
hem de kara
bir gerdek olarak yaşıyoruzdur kendimizi
ne beklenebilir.
yırtarak açtığımız zarflarda
büyük tecimevlerinde, büyük çarşılarda
pokerde-sinemada-genelevlerde
ne bir suçlu çağrışımı, ne karabasan
yalnız o herkesler
o herkesler kendine akarak boğulan
ve sürdüren bir güleç kocamışlığı.
bereketli kuşlar serpeceğim ayaklarıma
genzimi yakarak
bir cinayet türküsü söyleyeceğim ben de
ölürsem bir partizan gibi öleceğim
azgın bir gebelik halinde.
beni dinmeyen bir mavilik kanırtıyor
buna dayanamam
bir çeteci dişleriyle söküyor kanımdaki çiviyi
buna da.
radyodan silâh sesleri geliyor
ter kokusu geliyor, ayak
aksayan bir şey örtüyor
yüreğimin kabzasını
olmadık sesler geliyor radyodan
beynimde korkunç bir vida olarak
ergen ölüleri
artık ellerimi bu rahlelerden ayırsam
boyunbağımın ve gülüşümün o kirli
rahatlığından, yırtık uğultusundan şehrin.
umudunun ayak seslerini okşuyoruz, yavrum.
kuşandığımız
bu alkol kokusu bize ne getirdi ki!
gök
şarlayarak devrilse ardımdan
-ölürsek bir partizan gibi ölmeliydik-
yürüsem parçalanmış bir ceset tazeliğinde
yürüsem beynimde kıpkızıl bir serinlik
sonra denizler devirebilirim dudaklarımdan
sonra aşk, sonra dirlik: partizan
partizan (ismet özel)
göklerden bir nefes gelsin, bir rüzgar essin, bir yağmur yağsın, bir ses, bir ses bozsun şu sessizliği. içinde kabaran yangın sönsün istersin. yel esmez, yağmur yağmaz, gök ağlamaz. ve yakar içinin bütün geçmişini yangın.
babacafer
25 Eylül 2010 Cumartesi
sokağın şimdiye dönen köşesinde durup geçmişe bakan kız'a
Kendini kalabalıktan bir parça hissediyorsun. Kendini kalabalıkta güvende hissediyorsun. Ve sokağın şimdiye bakan köşesinden geçmişe bakıyorsun. Geride bıraktığın kendine, korkularına, cezalandırılmak için bıçakla kesilip perişan edilmiş saçına, babanın savurduğu tekmelere, küfürlere. Annenin morarmış gözlerle babana razı olmuş haline. Ses çıkaramayan, dilsiz haline. Annen her şeyi gözyaşları ile anlatmakta ustalaşmış. Hep usulca kaymış gözlerinden damlalar. Ve bunu bir terbiye olarak öğrenmiş annesinden. Ağlamayı, sessiz ağlamayı ahlakın belkemiği olarak kabul etmiş o da annesi gibi.
Ben seni seviyorum. Pat diye söylediğim gibi pat diye seviyorum. Kirpikten süzülen bir damla gibi karışırken kalabalığa öylece sevesim geliyor. İçimde bir kuş çırpınıyor. Kanatları kırık bir kuş. Birazdan gökyüzünü dumana bulayacaklar. Yakacaklar gökyüzünü ve bütün kuşlar yaban kalacak. Kanatlarını vura vura kafeslere, kıracaklar. Serçe seslerinin yankılandığı sol yanımı yakacaklar. Ah gözlerin gelecek o zaman aklıma. Ağlayamadığı zamanlarda ateş kırmızısına, duman isine, yangın kokusuna dönen gözlerin. Sahi gözlerin ne renk? Yoksa ela mı? Başa bela mı? Neden bir kadın en çok gözlerinden sevilir. Neden bir kadını hep gözleri ele verir?
Şimdi sen, sokağın şimdiye dönen köşesine dikilmişsin. Gerinde seni sizin eve götürecek arnavut taşlı yollar. Gecenin neonunda bir kadın teni gibi kızaran taş kaldırımlar. Ah çocukluğun, o ilk gençlik yılların, o adet sancılarına anlam katmaya çalıştığın günlerin kızıllığını taşıyan bu taş sokaklar şimdi seni yumuşacık kuşatmak istiyorlar. Bağırlarına çekip seni senden almak ve sana yeni bir sen vermek. Yaşadığın bütün kötü günlerin, pişmanlıkların yerine yeni kötü günler ve pişmanlıklar. Hangisini hatırlayacağını hep şaşıracağın ve hatırladığında kirpiğinden hep usulcacık damlalar dökeceğin yeni hatıralar.
Seni sevesim geliyor, acımayla karışık. Acımak da neticede sevgi kadar kuvvetli bir erdemdir. Ama babamdan öğrendiğim bir söz var: yüz verme yetime döner koyar götüne… seni acımadan sevesim var.
Hadi dileyelim yağmurlar yağsın. Ellerimi tut eve gidelim. Kalabalığa karışacaksan eğer. Bana karış. Kalabalığı olalım birbirimizin. Daha güvenli ve daha sakin. Yiyecekse seni tek bir kurt yesin her gün başka yerinden… hergün yeniden...
edepsizadam 27/09/2010 17:00-17:07